Yas, bireyin bir yakınının ya da sevdiği herhangi bir nesnenin kaybıyla ilişkili duygu, düşünce ve davranış süreçlerinin bütünüdür. Her kaybın ardından yas tepkileri yaşanması normaldir. Ancak kayıp sonrası en az altı ay geçmesine rağmen sosyal alanda ve meslek/okul hayatında işlevselliği bozacak düzeyde yas tepkileri görülmesi patolojik yas durumudur. Erişkinlerde olduğu gibi çocuk ve ergenlerde de yas tepkileri bireyseldir ve çok farklı şekillerde fiziksel, duygusal ve davranışsal tepkilerle ortaya çıkabilmektedir.
Çocuklarda yas konusunu konuşmadan önce, çocukların ölüm kavramını anlayabilme aşamalarını gözden geçirmekte çok fayda görüyorum. Doğumdan üç yaşa kadar olan dönemde ölüm kavramı henüz algılanamaz. Bakımveren kaybı yaşandıysa bebek bunun farkına varır. Kayba karşı verilen tepkiler genelde sık ağlama, daha ilgisiz görünme, uyku ve yeme düzeninde belirgin değişimler biçimindedir. 2-3 yaş arası çocuklar ölüm ile uykuda olmak arasında bir ilişki kurabilirler. Piaget’ e göre işlem öncesi dönemde olan 2-6 yaş arası çocukta neden sonuç ilişkisi ve genelleme henüz tam gelişmemiştir, bu yaş grubundaki bir çocukta ölüm geçici ve geri dönüşümlü olarak algılanır. Çocuk hayatın tamamen bitebileceğini anlayamaz. Ayrıca cansız nesnelerin de canlı olabileceğine dair bir düşünce biçimi olan ‘animistik düşünce’ hakimiyeti nedeniyle çocuk, ölen kişinin başka bir yerde olduğunu, tekrar gelebileceğini, kendisini görebileceğini veya duyabileceğini düşünebilir. Bu yaş grubunun bir diğer özelliği benmerkezcil düşünce yapısıdır. Çocuklar yaşadıkları olayların kendi davranışlarından kaynaklandığını düşünebilir ve bu sebeple kendilerini suçlayabilirler. Bu yaş grubunda ayrıca kayıp sonrası davranış değişiklikleri, kekemelik, alt ıslatma, hırçınlık, huzursuzluk, uyku ve iştah bozuklukları gibi problemler gelişebilir. Çocuk ölüm ile ilgili sorular sorar, oyunlarında ölüm temasını sıklıkla işler.
7-11 yaş arası okul çağı çocuklarında ölümün “geri dönülmezlik”, “son bulma” ve “kaçınılmazlık” gibi üç önemli özelliği yavaş yavaş kavranır hale gelir. Çocuk artık ölümün bir kaza, hastalık ya da yaşlılık gibi nedenlerden kaynaklanacağına ilişkin öngörülere sahiptir. 12-18 yaş arası dönemde ölüm kavramı artık geri dönüşümsüz bir durum olarak öğrenilir. Çocuk, hem geçmiş deneyimleri hem de sosyal çevresinde ölüme karşı verilmiş tepkilerden edindiği gözlemleri ile ölüm kavramını din ve felsefe ile ilişkilendirilir ve soyut anlamda ölümü anlama başlar. Ergenlik döneminde biyolojik, psikolojik ve sosyal anlamda ciddi ve hızlı değişiklikler olduğundan ergenler kayıplara şiddetli tepkiler verebilirler. Ergenlik döneminde kayıp sonrasında artan sorumluluklar nedeniyle erişkin gibi davranmak zorunda kalma görülebilir. Kız ergenlerde akran desteği arama davranışı daha sık görülürken erkek ergenlerde agresif davranışlar görülebilir. Duygudurumun gün içinde sık değişmesi, depresyon, sinirlilik, içe kapanma, okula gitmek istememe, ders başarısında düşme, uyku ve iştah bozuklukları, intihar davranışı, alkol/madde kötüye kullanımı ve riskli cinsel davranışlar komplike yas belirtileri olarak görülebilir. Ayrıca her yaş grubunda bir kayıp sonrası tekrar bir kayıp yaşanacağına ya da başka yakınlarının da öleceğine dair kaygılar gelişebilir, diğer kişilere yönelik ayrılık kaygısı bozukluğu gelişebilir.
Gelişimsel düzeyi ve ölümü algılama şeklinin yanısıra çocuğun yas sürecini etkileyen birçok faktör daha vardır. Öncelikle kaybedilen kişinin kim olduğu çok önemlidir. Ebeveyn kaybı her yaşta zordur ancak çocukluk döneminde daha yıkıcıdır. Ayrıca kişi ya da nesne kaybının oluş şekli çok önemlidir. Eğer kayıp travmatik bir şekilde ya da aniden gerçekleşmişse, çok daha ağır sonuçları olabilir ve travma sonrası stres bozukluğu gelişme riski daha yüksektir. Ayrıca çocuğun mizacı, kaybedilen kişi ya da nesne ile olan ilişkisi, baş etme yöntemleri, dini inancı, sosyoekonomik durumu, kültürel özellikleri, ruhsal hastalık varlığı, sosyal desteğinin olup olmaması, ailenin sosyoekonomik durumu, daha önceden yaşanmış diğer kayıpların varlığı gibi faktörler yas sürecini doğrudan etkiler.
Çocuğun kayıp sonrasında nasıl bilgilendirildiği, yaşayacağı yas sürecinin nasıl olacağını belirleyen en elzem etkenlerden biridir. Kayıp haberi mümkünse çocuğun aşina olduğu bir ortamda, sevdiği ve güvendiği kişiler tarafından ve anlayabileceği düzeyde verilmelidir. Gerçekler olduğu gibi ve doğrudan, yaşlarına uygun bir biçimde somutlaştırılarak ve mümkün olduğu kadar soyut kavramlardan uzak durularak aktarılmalıdır. Ölen kişinin uykuda olması ya da uzaklara gitmiş olması gibi ifadelerden kaçınılmalıdır çünkü çocuk sonrasında uzağa giden ya da uyuyan herkesin ölebileceğine dair düşünceler geliştirebilir. Yas sürecinde çocuklar beklenmedik sorular sorabilirler, bu durumda düşünmek için zaman istenebilir. Çocuğun duygularını ifade etmesine, soru sormasına, istiyorsa ağlamasına, kaybedilen ile ilgili anılarını anlatmasına veya istiyorsa fotoğraflarını saklamasına izin verilmelidir. Çocuğun cenaze törenine katılması çocuğun yaşı ve gelişimsel düzeyine göre karar verilmesi gereken kritik bir konudur. Literatüre bakıldığında cenaze törenlerine katılmanın faydalı olabileceğine dair görüşler vardır. Özellikle 7 yaşından büyük çocuklarda, hayatın temel kavramlarından biri olan ölümü öğrenmeleri için bir fırsat olacağından dolayı, cenaze törenine katılması önerilmektedir. Bunun yanında çocuğa zorla cenazeyi göstermek ya da zorla cenaze törenine götürmek de uygunsuzdur.
Kayıp sonrasında çocukla temas eden bakım veren, öğretme veya sağlık çalışanı olan herkesin çocuk ve ergenlerde sık görülen yas reaksiyonları ile ilgili bilgi sahibi olması ve duyarlı davranması çok önemlidir. Normal seyreden bir yas sürecinde genelde profesyonel yardım gerekmezken patolojik yas durumunda psikiyatrik destek önerilmektedir. Yas tedavisi yas sürecinin normale döndürülmesini, kaybı anlama ve kabul etmeyi, kaybedilen kişi olmadan hayatı sürdürebilmeyi, duygularını tanıma ve ifade edebilmeyi kapsar.
Sonuç olarak çocukluk ve gençlik çağında, ebeveyn kaybı başta olmak üzere her kayıp çok önemlidir, çocuğun kayıp sonrası takibi dikkatli yapılmalı ve gerektiğinde mutlaka psikiyatrik destek sağlanmalıdır.